Zor... çok zor... seni anlatmak çok zor. Belki o yüzdendir kaçışım. İçime yer eden kelimeler dilimin ucuna gelir. Gecenin koyu karanlığına saplanan bir yıldız gibi saplanırım gözlerinin derinliğine.
Ey karanlığın şafağı, akşamın kızıl alevi, sabahın yalancı seheri!
Ey hayatımın baharına zıpkın gibi mıhlanan, hayatımın meçhul yoldaşı!
Ey sevda denizinin soğuk nefesi...
Ey aşk girdabının zavallı yolcusu... Sen susuzluktan dudağı çatlamış garip bir yolcunun avucuna aldığı bir yudum su, sen gecenin kör sukutundan dalgalanan gökyüzünün vurduğu en keskin uçurumsun.
Ben hayatın iğrenç çehresini yırtmaya ve sonra gömmeye ve sonra unutmaya çalışan ve kendisiyle hesaplaşan bir geleceğim.
Ben edilgen olmak istemiyorum, ben gözlerimi açmak istiyorum. Ben hayatın dilini okumak istiyorum. Ben ışığı arıyorum ışık ortasında. Ben ışığı ararken ışık olduğunu unutuyorum.
Yıldızlar asılı kaldı hüzünlü bakışlarımda. Yüzümde, utancından süzülerek akan bir damla gözyaşı daha yüreğime düşmeden buz kesiliyor gamzelerimin kucağında...
Kulağıma gelen seslere inanamıyorum artık, ya da söylenen tatlı sözlere ya da hiçkimseye.... Bu niçin böyle oldu?
Önümde sonu belirsiz koca bir gelecek var. Bu gelecekteki rolümü, fikrimi ve inancımı belirleme çabasındayım.
Her geçen gün verdiğim sözlerin ağırlığını hissediyorum ve hissettikçe de hafifleşiyorum. İnanmayacaksınız ama galiba ben değişiyorum.