[b]Radyoyu uyanmak istediği saate göre kurar, bazen bir haber, bazen bir şarkı, bazen hava durumu, bazen de vıcık vıcık bir DJ sunuşu ile uyanırdı… Allah ne verdiyse… Ertesi gün 14 Şubat olduğunu bilmeden radyosunu kurdu. Birkaç satır bir şey okudu ve uykuya daldı. Müthiş bir vaveyla ile uyandı. Radyodaki kız çığlık çığlığa bu günün Sevgililer Günü olduğunu haykırıyordu!... Kızın bu yapay coşkusu canını sıktı, uzanıp frekans değiştirdi. Bir başka sunucu, yine benzer bir nedenle Sevgililer Günü’nden söz ediyor, yorum üstüne yorum getiriyordu. Radyoyu kapattı… Yanındakine dokunmak istermiş gibi elini usulca yana uzattı… Yana çevirdi başını sanki yanı başında birini görecekmiş gibi… Öylece kalakaldı. Nice sonra küçük fısıltılar dolaşmaya başladı odada. Sevgi sözcükleri, nefesler, iniltiler… Haz patlamaları… Ve sessizlik… Sadece sessizlik, sessizliğin içinde sığınağını aracasına birbirine sokulan iki çıplak bedenin hışırtısı… ‘ Gitme’ dedi usulca… Yüzlerce yıl önce yazılmış o şiir düştü aklına; Gitme aşkım benim bana sormadan Bütün gece direndim uykuya ama şimdi ağırlaştı göz kapaklarım Uyurken seni kaybetmekten korkuyorum Gitme… Gitme aşkım benim, bana sormadan Dönüyorum, sana dokunmak için uzatıyorum ellerimi Ayaklarını kalbimle sarmalayıp göğsüme çekmek istiyorum Birden çıktı yatakta. O gittiği günden beri yıkanmasına gönlü razı olmadığı yatak çarşafını hırsla çekip aldı. Yastık kılıfını sıyırdı. ‘ Götürüp yakacağım’ diye geçirdi içinden… Bütün şiir kitapları ile birlikte götürüp yakacağım… Bir de Tanpınar’ın Huzur’unu… Romanın içindeki bütün mekanları; Emirgan’ı, Kandilli Vapur İskelesi’ni, ceviz ağaçlarını, erguvanları, Mümtaz ve Nuran’ın o iflah olmaz aşklarını, bütün istasyon büfelerini. Cümle cümle yakacağım Huzur’u. Kelime kelime… Sadece Bahçıvan’ın şiir kitabını ve Huzur’u değil ondan kalan onunla ilgili ne bulduysa doldurdu yatak çarşafının içine… Bir dolmakalem, bir cüzden, kurutulmuş çiçekler, CD’ler, kasetler, notlar, mektuplar, fotoğraflar vb.. pek çok şey…. Sevgililer Günü’nü bir törene dönüştürmenin peşindeydi sanki… Bir sevgiliden kurtulma törenine… Yatak çarşafını yüklenip çıktı evden… Kapı önü, sokak, otomobil onun hayali ile kuşatılmıştı sanki. Ne yana baksa onu görüyordu… Değişik kıyafetlerle ama tek bir ifade ile ‘ Allahaısmarladık’ demek isteyip de diyemeyen bir ifade… Ve ağlamayan O gittiğinden beri sürekli dinlediği cd bittiğinde Boğaz Köprüsü’nün üstündeydi. Durdurdu otomobilini. CD’yi çıkardı, şöyle bir baktı ve fırlatıp attı köprünün korkulularından öteye… CD, köprüden Boğaziçi’nin sularına doğru döne döne inerken canının yandığını hissetti ilk kez. Gözlerini yumup büzüldü koltuğa… ‘İyi bir yere gitti’ diye geçirdi içinden, ‘yakıştığı yere gitti’. CD’nin çıkmasıyka kendiliğinden devreye giren radyo hala sevgiden, sevgiliden, Sevgililer Günü’nden söz ediyordu… Sevgiliye verilecek en uygun armağanlardan… parfüm, saat, cüzdan, kalem; olmadı tek bir gül… Bagajdaki yatak çarşafından yaptığı bohça geldi aklına ‘neden yakmalı ki’ dedi kendi kendine… Aniden karar verip otomobilinden çıktı. Bagajı açtı, bohçayı kaptığı gibi korkuluklara koştu ve gücünün yettiğince ileriye doğru fırlattı.. Bohça bir paraşüt gibi açılıp içindekileri boşalttı. Yatak çarşafı kıvrıla, büküle denize doğru inerken bir parfüm şişesi korkuluklara çarpıp parçalandı. Ve Müthiş bir Chanel 5 kokusu sardı çevreyi. Sevgilinin kokusu… Bir önceki Sevgililer Günü armağanı. ‘Yakıştı’ diye geçirdi içinden. ‘Bütün Boğaziçi sevgilim gibi kokacak Sevgililer Günü’nde… Bulunduğu yere doğru hızla gelen iki trafik polisine aldırmadan otomobiline atladı ve hızla uzaklaştı… Sarı güller aldı bir çiçekçiden. Kucak dolusu diri sarı güller… Gülleri otomobilinin ön koltuğuna yerleştirdi özenle.. ve yeniden yola koyuldu. ‘Ellerimi tut’ dedi biri fısıltıyla. Başını çevirip baktı… güller ve sevgili yer değiştirmişti. ‘Ellerimi tut ve gözlerime bak…’ Güllere dokundu usulca. Ama bakamadı. Bir an sonra direksiyonu bırakıp her iki avucuyla kulaklarına bastırdı. Otomobil yalpalayıp savruldu. Refleksle sarıldı direksiyona… ‘Evleniyorum’ dedi sevgili. ‘Son bir kez seviş benimle…’ Aniden karar verip sert bir U dönüş yaptı otoyolda. Pera Palas’a gelene kadar aynı sesi işitti takılmış bir plak gibi. ‘Son bir kez seviş benimle… Son bir kez seviş. Son bir kez…son…son… 303 numaralı odayı istedi. ‘Nesi oluyorsunuz?' diye sordu resepsiyondaki adam. ‘ Ne nesi?’ dedi şaşkınlıkla. ‘Biraz önce hastaneye götürüldü’ dedi. ‘ Bol miktarda uyku hapı…’ Merdivene doğru atıldı kucağında güllerle. 303 numaralı odayı buldu. Yarı aralık kapıdan yatağı gördü üzeri silme sarı gül kaplıydı. Usulca girdi içeri. Yine o bildik Chanel 5 kokusu. Komedinin üzerinde boş ilaç şişesini gördü. Ve yatağın başucuna iliştirilmiş bir kağıt… ‘Özür dilerim’ yazıyordu kağıtta. ‘Bu gün Sevgililer Günü. Buraya geleceğini biliyorum. Özür dilerim ne olur affet beni’…
Kenan Işık