"Beni gör. Senin için başladığım ilk yer burası olabilir.
Varlığımı işaretle. Sana nasıl bakıp nerenle göreceğine dair bir
işaret gönderiyorum. Onun için önce gözlerimin içine bak. Orada senin
için, hem yola dair izler var ve hem de içime dair yollar..."
Beni gör; İçine akmam lazım. Dünyayı seninle birlikte senin içinden
görmem, seninle birlikte yeniden başlayabilmem, içime ilmeklenmiş bu
eskiden emanet masumsuzluk hissini seninle yenmem, yüzümün kirlerini
ellerinle savuşturabilmem lazım. Beni tutarken düşmeden durabilmen,
çelmelerime rağmen bana inanman lazım...
Beni duy; Nefesim eksilmeden sana sesimi duyurmam lazım. Yüzümü kaç
kez izledin şu aynadaki gölge oyunlarında, kaç kez yalanladım ben
geçmişlerimi, kaç kez kucaklayıp öptüm kendimi. Ben her sensizliğimde
sendeleyişimde, çocukluğumun kaldırımlarında, düşmemeye hevesli denge
oyunlarında oynarken buldum kendimi. Kum saati bu seferlik sözlere
kanıp durabilir mi ya da büyüdümse şimdi yıldızları eteğime
düşürebilir miyim ki?
Öylesine garip bir yetişememe duygusu kaplamış ki içimi, ben sokup
atılamadıkça derinlerimden, susturulamamış kaygılara göz yumdukça,
yalnızlığıma yaklaştıkça, gazetelerden harfler kırparak yaşıyorum
sanki günlerimi. El yazım kendimden yorgun, kendime yabancı...
Ne zaman bu kadar keskin oldu bu sayfanın beyazlığı? Artık gözlerimde
mi yalancı? Yeterince kanatmadım mı kolumdaki çiçek izini? Karalanmış
umutlarla doldurduğum omuzlar buruşturup attığım hayatlar yetmedi mi?
Üç kere içtim ben bu sudan, hiçbiri senin kadar duru değildi.
Yansıyanıma gülümseyişimden korkup da boz bulanık cümleler kurmasam
belki hala benimleydin... Kim bilebilir ki?
Artık geç mi bilmiyorum? Boğulmaktan da korkmuyorum, dudaklarımı
çatlatıp yine de gülümsüyorum. Güneşim yakın biliyorum. Korkularımı
yeniyorum, gitarımı da kutusuna koydum artık susuyorum...
Dizlerimde tükenmez izleri, adını taşıyorum… Bana geleceğin günü
bekliyorum... İnanması zor biliyorum ama yine de saçlarım esse senden
biliyorum...
Kimseciğim Seni Çok Seviyorum...